Sürekli değişim içinde olan bir dünyada yaşıyoruz ve değişen bu dünyanın akıllı birer parçası olarak üzerimizde düşen birçok vazifenin de sorumlularıyız. Nedir bu görevler? Doğayı korumak mı? Canlılara kötü muameleden kaçınmak mı? Yoksa kötü davranışlı insanları uyarmak mı? Evet, bunların hepsi üzerimize birer vazife ve tüm dünya insanlarının ortak sorumluluğudur. Peki, İslam nuru ile şereflenmiş bir Müslümanın görevleri bunlardan ibaret olabilir mi? İman ettiğimiz için ayrıcalıklı ve ya bir takım görevlerden muaf mıyız? Elbette hayır; aksine karşılıkları çok büyük olan, nicel anlamda ölçülemeyecek manalara sahip ekstra sorumluluk ve yükümlülükleri sırtlanmakla mükellefiz.

Değişim halindeki bir dünyada yaşamakta olduğumuzdan bahsettik. Bu değişimde en büyük payın, yüce Allah (c.c)’ın yarattığı en değerli varlığa yani insana ait olduğuna hemfikiriz. Manidardır ki insanoğlu en değerli varlık olması ile çelişerek değişimdeki bu büyük payı olumsuzluklarla doldurmuş ve doldurmaya devam etmektedir. Bunun nedeni ise
insanın doğasındaki aç gözlülük, hırs ve şehvettir. İnsanoğlunun dünyaya indirilişinden bu yana toplumların bu hasletler neticesinde saplandıkları bataktan kurtulmaları ve fıtrat üzere seyretmeleri için Allah (c.c) tarafından haberciler gönderilmiştir. Bir takım toplumlar, ilahi gerçeği ve çağrıyı kulak ardı ettikleri için helak edilmişlerdir. İşte bu haberciler toplumlara gerçek sorumluluklarını, amaçlarını, görevlerini öğreten-bildiren, Allah’ın nebileri ve resulleridir. Âlemlerin Rabbi Allah(c.c) son din olan İslam’ı ise âlemleri yaratma sebebi olan Hz. Muhammed (s.a.v) vasıtası ile karanlığa son kez bürünmüş dünyaya sonsuz bir nur olarak indirmiştir. Hz. Muhammed (s.a.v) ki gönderildiği karanlık içerisinde bulunan insanlığa en büyük örnek, öğretmen ve lider; güzel ahlakın en hakiki temsilcisidir. Hz. Muhammed (s.a.v) ki, en karanlık yolları aydınlığa kavuşturan Kelamullah’ın, yani yüce kitabımızın tercümanı, cehaleti setreden ilmin en büyük öğreticisidir. O’nun öğretilerinin kaynağı bizzat Yaratıcının sözleri olup asla değiştirilemeyecek, bu dünyadaki mucizesi kıyamete kadar devam edecek ve insanlara huzuru bulmaları için her zaman yegâne yol gösterici olacaktır.

Şimdi bir toplumun en küçük yapı taşı olan aileden bahsedelim. Aile, tıpkı bir tohumun yer altında filizlendiği gibi insanın ahlakını, karakterinin ve birçok kişilik parçasının temelinin atıldığı ocaktır. Tohumun filizlenebilmesi için en uygun koşullar sağlandığında yeryüzüne sağlıklı bir şekilde merhaba der. Küçük bir çocuk buna benzer olarak ailede
öğrendiği ahlaki kurallar, saygı-sevgi, hayatın temel gayesi sayesinde, zamanı geldiğinde bir parçası olduğu toplumun içerisinde kişiliğini muhafaza edebilecektir. Ancak bulunduğumuz toplum her zaman samimi, hoşgörülü ve masum olmayacaktır. Bir ağacın kökleri ne kadar sağlam olursa olsun şiddetli bir fırtınada yerinden sökülüp savrulacağı gibi bir insanında kişiliğinin asimile olabileceği ortamlar bu toplumda her zaman mevcudiyetini koruyacaktır. Bu yüzden temeller, sağlam zeminlere oturtulmasının yanında güçlü bir şekilde inşa edilmelidir. Bu temelin taşıyacağı karakterimizin, efendimizin öğretileriyle şekillendirilmesi ve islam ahlakı ile olgunlaştırılması gerekmektedir. Bunun en kolay yolu ise yine efendimizin belirttiği üzere Sırat-ı Müstakimden ayrılmamak, yani Kuran-ı Kerim ve Sünnet-i Seniyye’ye sımsıkı sarılmaktır. Ancak bu şekilde toplumumuza, hatta tüm insanlığa faydalı, yararlı
dolayısıyla temel gayemizi gerçekleştirmede muvaffak oluruz. Ayrıntıya girmemek kaydıyla kısaca ailenin toplumdaki vazifesinden bahsettik, efendimizin de aile hayatından birkaç örnek sunmak istiyorum. Öyle ki, insanlığı eğitmek ve ahlakını yüceltmek için gönderilen Hz. Muhammed (s.a.v)’in aile hayatını incelemek; onu öğrenmek ve anlamak yolunda atılacak en manalı adımlardan birisidir.

Bireyler, toplumun temeli olan ailede yetiştikleri için toplumun bütününün ahlakı doğrudan aile unsuru ile ilişkilidir. Bu nedenledir ki, ağacın yaşken eğileceği vurgusuna binaen; çocukların eğitiminin Sünnet-i Seniyye’ye uygun olması için yine Efendimiz (s.a.v) ‘in bir takım uygulamaları iyi bilinmeli ve birey eğitiminde şiar edinilmelidir. Bu uygulamalardan bir kaçını sıralayalım:

  1. Çocukları camiye ve ilim meclislerine götürürdü.
    Yaparak ve yaşayarak öğrenme en etkili öğrenme biçimidir. Çocuk yaşta öğrenilen
    doğrular ve yanlışlar kişiliğimizin belirlenmesinde önemli etkenlerdir. Peygamberimiz(s.a.v)
    de çocukları sık sık mescide götürür ve orada gördüğü başka çocuklarla ilgilenirdi.
  2. Çocuklara sabırlı olmayı öğretti.
    Günümüz toplumunun en büyük hatalarından birisi de sabırsız olmak. Dünya bir
    imtihan yeridir, rahat ve mutluluk yeri olmamakla birlikte, zaferler ancak sabırla elde edilir.
  3. Çocukları işe alıştırdı.
    Peygamberimiz(s.a.v) çocuklara göre iş verirdi. Onlara yapabilecekleri şeyler söyler,
    ağır işleri onlara yaptırmazdı.
  4. Yumuşak ve hoşgörülü davranırdı.

Çocuk terbiyesinin temeli sevgi, şefkat ve hoşgörüdür. Peygamberimiz(s.a.v) hiçbir çocuğu dövmediği gibi dayak ve şiddeti hiçbir şekilde eğitim metodu olarak tavsiye etmemiştir.

  1. Çocuklara temizliği öğretti.
  2. Çocuklara öncelik verdi.
    Zaman zaman islam peygamberini ziyaret etmek zorlaşır, kalabalık nedeniyle sıra oluşurdur. Böyle durumlarda Efendimiz(s.a.v) çocuklara öncelik verir ve çocukları bekletmeyin diye emir verirdi.
  3. Çocukların hakkına riayet etti, çocuktur anlamaz demedi.
  4. Çocuklarla birlikte oyun oynadı.

Sekiz madde dâhilinde olsa da çocuk eğitiminde mahiyeti oldukça önemli olan, Efendimiz(s.a.v)’in bir takım uygulamalarından söz ettik. Aşikârdır ki bu uygulamaların gayesi topluma ahlaklı, bilinçli, saygılı ve temiz bireyler yetiştirmek, Allah Resul’ünün mirasını güvenilir ellere teslim etmektir.

Farkında olunmalıdır ki iman sahipleri olarak, her birimiz batıl ile verilen mücadelenin neferleriyiz ve aynı zamanda İslam’ın sancaktarlarıyız. Ne yazık ki elimizden sancağı ve kalbimizden imanımızı almaya çalışan düşmanlarımız her geçen gün emellerine bir adım daha yaklaşmaktalar. Elimizden rehberimizi, kalbimizden imanımızı neredeyse almışlar. Yaşantımız, artık normal olarak gördüğümüz birçok hata ile harmanlanmış, göz ardı ettiğimiz gerçeklerden bağımsız bir hale gelmiştir. Ekseriyeti özentilikler neticesinde hayatımıza işlenmiş olan bu davranışlar ve yaşam tarzı, bizleri farkında olmadan temel gayemizden saptırmış olup aldatmacalı-hummalı bir rekabete, yarışa sokmuştur. Sözünü ettiğim özentilikler, toplumumuzdaki başlıca bozulmaların temel nedeni olmakla beraber müslümanları, İslam’ın çizdiği oldukça geniş helal dairesinin içinde olmaktan ziyade sınırında ve ya dışında olmaya zorlayan acımasız etkenlerdir. Burada özellikle zorlamak fiilini kullanmamın sebebi ise benliklerimizde meydana gelen değişimin farkında olsak dahi bu özentiliklerden geri duramamamız ve nihayetinde inkâr etsek de hayatımızı batıl düşüncelere teslim etmemizdir.

“Kim bir kavme (topluluğa) benzemeye çalışırsa o, onlardandır.”(Ebu Davud, libas 4)
Bir önceki bölümde vurguladığım özentilikler bizlere, toplumumuza, çocuklarımıza nereden, kimden ve neden sirayet etti? Aslında bu soruların cevaplarını hepimiz biliyoruz. Tek ihtiyacımız olan da bu soruların varlığından haberdar olabilmek ve doğru açılardan sorgulayabilmeyi başarmak. Bahsi geçen üç sorunun cevabına bu yazıda değinmeyeceğim, doğrudan özentiliklerden kastımın ne olduğuna ve bunları hangi başlıklar altında inceleyeceğimize gelelim. Takdir edersiniz ki çoğumuzun sevmediği bir kelime, bu sebepten yine çoğumuz özentilik kurbanı olduğumuzu kabul etmek istemeyecektir. Ne yazık ki çeşitli manipülasyonlar neticesinde tam da bu çukura düşmüş bulunuyoruz. Bu konu çerçevesinde bahsetmek istediklerim, başlıcaları olup şunlardır; ahlak ve davranışlar, giyim-kuşam, umursamazlık. Evet, dikkatli bir inceleme yaptığımızda yakın çevremizdekiler ve kendimiz de dâhil olmak üzere “medeniyet” adı altında sahiplendiğimiz davranışların bir sonucu olarak toplumumuzun can çekiştiğine şahit olacağız.


1- Ahlak ve Davranışlar
Ahlak temellerinin ailede atıldığından söz etmiştik. Fakat günümüzde aile yapısı, olması gerektiğinden bir hayli uzak. Anne-babanın görevini, bir takım zihniyetler, çeşitli araçlar vasıtası ile üstlenmiş, bilincin ve zihnin kontrolünü ele almıştır. Bir başka deyişle anne-baba asli görevlerini unutmuş ve ya malum nesnelerin eline umarsızca teslim etmiştir.
Çocuklar ve hatta yetişkinler, ahlak ve terbiye seviyesinin bel altına indiği, muhafazası en kıymetli değerimiz iffetin ise ayaklar altında çiğnendiği birçok program ve dizinin tutsağı olmuş durumda. Bu cümle biraz abartılı mı geldi? Eğer öyleyse bu durum, yanlışın normalleştiği, ayıp kavramının değişmeye ve hatta belki de ortadan kalkmaya başladığının apaçık bir göstergesidir. Ek olarak, davranışlarımızla yüceltmemiz gereken dinimiz İslam’dan uzaklaşılmaya başlandığının da ayrıca bir işaretidir. Durum böyle iken bir toplumda ahlaki meziyetlerin olgunlaşması beklenemez. Özetle, örnek aldığımız tabiri caizse “özendiğimiz” nitelikler ve davranışlar savunucusu olduğumuz değerlere bir hayli uzak ve bir o kadar da zıttır.


2- Giyim-Kuşam
Toplumu zehirleyen bir diğer unsur ise giyim-kuşam meselesidir. İslam dininin mensubu olan her insan, yani Müslümanlar İslam’ın emirlerini uygular ve yasaklarından kaçar. Yüce kitabımızda da giyim ve kuşam ile alakalı ayetler mevcut olup bu konuda açık hükümler yer almaktadır. (bkz. Nur 24/30-31-60, Ahzab 33/59) Ne yazık ki, toplumumuz bu hasletten de büyük ıstırap çekmektedir. Bilinmelidir ki, yaşanan bazı olumsuz durumlar, işlenen suçlar doğrudan bu konu ile alakalı olmakla birlikte, açık emre isyanın birer neticesidir. Bu başlık incelenirken “moda” kavramı veya tabiri caizse belası ile karşılaşıyoruz. Giyim-kuşam da modanın başımıza iş açtığı kategorilerden birisidir. Bu kavramın topluma kazandırdığı olumlu noktalar var mıdır bilmiyorum fakat olumsuz etkilerini şu şekilde
sıralayalım:
* Moda tasarımcıları, insan “nefsinin” arzu ve isteklerine cevap verir nitelikte her gün yüzlerce yeni model ile ortaya çıkıyor. İlginçtir ki insanlar hoşlanmasa dahi bulundukları ortamda “moda” ya ayak uydurmak zorunda kalıyor(!).
* Yine moda ile bağlantılı olarak, her gün ahlak ve edep sınırlarını zorlayan hatta haddinden fazla aşan kıyafetler ile kendilerini, nereye gittiği belli olmayan “moda” akıntısına kaptırmış hanımlar(İslam’a göre en değerli varlık) ortama fitne saçıyor ve bu durum normal olarak addediliyor.

Not: Yanlış giyinen erkek olsun hanım olsun, bulunduğu toplumdaki insanların hakkına girdiğini de unutmamalıdır.


3- Umursamazlık
Umursamazlık kavramına değinme sebebim, benimsediğimiz ve bir noktada savunucusu olduğumuz değerlerimize zıt olup yine de toplumumuzda sıkça karşılaştığımız davranış biçimlerinin arasında olmasıdır. Uhrevi hayatımızda büyük önem arz eden bu yaramız üzerinde ne kadar durulsa yeridir. Fakat bu yazıda çeşitlendirmeyeceğim, sadece
temel hatları ile ana fikri anlatmaya çalışacağım. Yukarıda bahsettiğim diğer maddeler de aslında doğrudan umursamazlık ile ilişkili olmakla beraber birer neticesidir. Özellikle vurgulamak istediğim ise toplumu bütün olarak etkileyen umursamaz davranışlar olacak. Umursamazlığın toplumdaki diğer insanları olumsuz etkileyeceği hususunda hemfikiriz. Bazı hoş olmayan davranışlar kanunlar vasıtası ile engellenmemiş olsa dahi bir başka bireyin
rahatsız olmasına sebebiyet veriyorsa etik olmayıp İslam kuralları çerçevesinde yasaklanmıştır. Çünkü dinimiz insan haklarını en üst düzeyde tutmuş ve bu konuda hiyerarşi gözetmeksizin bütün insanları aynı kategoriye yerleştirmiştir.


Yukarıda bahsettiğim maddelerde ayrıntıya girmememin ve belirleyici örnekler vermememin sebebi yazıyı daha fazla uzatmamakla beraber okuyucunun kendini sorgulamasını ve muhakeme etmesini istememdir.

Leave a Reply

Your email address will not be published. Required fields are marked *